Gribal enfeksiyon ve 29 Ekim tatili evde güzel bir film keyfi yapmama vesile oldu. Hasta olmasam hiçbir güç beni yerimde tutamazdı ve eve gelince yine merakla açtığım bir filmi izlerken uyuya kalır, ertesi gün devamını getirince böyle bölük pörçük izledim diye kendi kendime hayıflanırdım. Yani yaşasın 29 ekim, yaşasın grip! Kate Winslet’i pek severim ama en çok …
2013 demişken o senenin en iyi bağımsız ve drama filmi olan Short Term 12‘den de bahsetmek isterim: Yazar ve yönetmeni Destin Daniel Cretton‘ın 2008 yapımı aynı isimli kısa filmini uzun metrajlı olarak kameraya aldığı yapıt Türkiye’de gösterme girmedi. Çocuk istismarını fazlasıyla sade bir dille anlattığı için olsa gerek izleyicileri hayli şaşırtan çalışma bir başyapıt olmasa da izlenmeyi kesinlikle …
Komedi dedik o zaman yine son dönemlerde en en en eğlendiğim film olan What We Do in the Shadows‘dan bahsedeyim: 2014 – Yeni Zelanda yapımı olan festival filminin yönetmeni ve oyuncuları New York’da yaşayan Yeni Zelanda’lı bir folk-rock duosunu konu alan seri Flight of the Conchords‘un cast’ından oluşuyor. Filmle ilgili araştırma yaparken bu kurmaca belgesel türüne …
Yine çok güzel bir başlık açıp yazmaya üşenmişim, aylar sonra denk geldim madem şimdi tamamlayayım. Malumunuz sinemayı çok seviyorum ama piyanoyuda çok seviyorum bu yüzden kısa kısa en sevdiğim piyanist filmlerinden bahsetmek istedim. Tabii ki bir dolu başarılı film var, ben kendimce bir sıralama yaptım şöyle de yazdım: The Beat That My Heart Skipped Bu … Continue reading
Bu hesabımı açarken heyecanlıydım, umutluydum, pırıl pırıldım. Heyecanla en özel ana bıraktım en sevdiğim, bende en iz bırakan filmi -NAKED- yazmaya. Ama yazamadım, yazamayacağım da. Yine de en özel an, en doğru an, bu an. Şu final sahnesinin embed kodunu mezar taşıma gömün demiştim. Biliyorum hep olmaz şeyler istedim ve biliyorum sadece görünmez olmalıydım Johnny … Continue reading
Geçen haftalarda izleyip sosyal medyada hiç sevmediğimi haykırdığım Gaspar Noe’nin son filmi Love’dan bahsetmek istiyorum. İlk defa keyif almadığım bir filmin bu kadar etkisinde kaldığımı hissediyorum zira etrafımdaki herkese filmden bahsedip; aşk, cinsellik, tutku ve nefret kavramlarının anlamını tekrar tekrar sorguluyorum. Belki de bir zamanlama hatası oldu yani doğru dönemde izlemedim, bilemiyorum. Çok çok uyuşturucu, çok çok seks ve … Continue reading
Sinema tutkumu etkilendiğim filmlerin uyarlandığı kitapları okuyarak pekiştirmeyi çok seviyorum, aslında o filmlerle ilgili kaleme alınmış her şeyi okumayı seviyorum sanırım ben. Tabii ki önce kitabı okumak en güzeli zira karakterleri perdede ki uyarlamalarıyla özdeşleştirmek zaman zaman romanın tadını ekşitiyor ama ben çoğu seferinde filmi çoktan izlemiş oluyorum. Solaris Stanislaw Lem’in okuduğum 3. kitabı oldu, hala favorim Gelecekbilim Kongresi ama bu da … Continue reading
Çocukları çok seviyorum, bence varoluşumuzla ilgili en masalsı şey çocuklar. Masalları da çok seviyorum, hatta hayatımda aldığım en güzel hediye bir çift masal kitabı bir tane de baston şekerdi. Bu şehre taşınırken masallarda ki gibi naif ama mutlu bir rutinin hayalini kurmuştum, şimdiyse şehirle beraber kaosun ve belirsizliğin içine çekiliyorum her ayaklandığımda. Masalların sadece masal olduğunu, hayatlarımızın … Continue reading
Woody Allen filmlerini seviyorum, öyle eleştirenlere de pek kulak asmam zira çoğu filmi kurgusu ve müzikleriyle bana keyif veriyor. İzlemediğim azıcık filmi kaldı yaya yaya izliyorum bu yüzden. Geçen gece yorgundum ama keyfim yerindeydi, ne izlesem derken canım bir Woody Allen filmi çekti Scoop‘u izleyeyim dedim. “Scarlett var severim, Hugh Jackman desen çok yakışıklı hem … Continue reading
Bugün 2012-2013 yıllarının Avrupa sineması açısından ne kadar verimli geçtiğini düşünürken aklıma düştü The Broken Circle Breakdown. Aslında romantik sinema hep sıkıcı gelmiştir bana ve her seferinde izlemeye değer bile olsa izlerken ya başka bir şeyle ilgilenir ya da uyuya kalırım. 2 yıl kadar önce bu filmin afişini çok beğenip şöyle bir bakayım diye açmıştım ve sonuna kadar izledim; … Continue reading
Son dönemlerde kafam o kadar dolu ki geçtiğimiz günlerde beni izlerken yormayacak, keyiflendirecek bir film arayışına girdim. Bu arayışı pek tabii çok sevdiğim sporcu biyografileri ve belgeselleri ile kolaylıkla dindirdim. Önce bir süredir merak ettiğim The Flying Scotsman izledim; belki bir ara bahsederim, bilemiyorum. Ertesi gün aklıma geçtiğimiz aylarda watchlistime eklediğim The Armstrong Lie geldi. Film ünlü bisikletçi Lance … Continue reading
3. sezon fragmanı da yayınlanmışken caanım Orange is the New Black‘den bahsetmemek olmazdı. Hep bir dizi arayışındayım; üstelik öyle sürekli dizi izleyen bir insan da değilim, keyifle takip ettiğim bir dizi olsa o dönem bana yetiyor ama çoğu zaman istediğim gibi dizi bulamıyorum. En sevdiğim seri olan Battlestar Galactica efsanesi aksiyon, bilim-kurgu ve drama alanlarında çıtayı … Continue reading
Ulrich Seidl demişken hemen geçtiğimiz haftalarda izlediğim filmi Import/Export’dan bahsetmek istedim. (Kendisinden bahsettiğim yazı için tıktık.) Continue reading
eloisa 